365bet籭

Dolar
39.28
Euro
44.95
ı
3,358.60
ETH/USDT
2,420.10
BTC/USDT
101,701.00
BIST 100
9,486.56
Analiz

Orta Asya'nın artan önemi ve Türkiye'nin rolü

Orta Asya'da oluşan boşluğu ekonomik, kültürel ve diplomatik araçlarla doldurma yönünde Türkiye ve Çin gibi aktörler aktif rol üstlenirken, AB bölgeye yönelik yeni işbirliği ve yatırım stratejileriyle dengeleyici bir konum edinmeye çalışıyor.

Dr. Recep Yürümez  | 04.06.2025 - Güncelleme : 04.06.2025
Orta Asya'nın artan önemi ve Türkiye'nin rolü

İٲԲܱ

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Recep Yürümez, Orta Asya'nın son yıllarda artan stratejik önemini ve Türkiye'nin bölgede nasıl konumlanması gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.

***

Türkistan coğrafyası 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında üç büyük emperyal gücün rekabet sahasına dönüşmüştür. Rusya, Çin ve İngiltere arasında bölgenin paylaşımı konusunda çeşitli anlaşmazlıklar yaşanmış olsa da aralarında imzaladıkları diplomatik antlaşmalar vasıtasıyla bölgede kendi çıkarları doğrultusunda bir paylaşıma gitmişlerdir.

Orta Asya, yaklaşık 70 yıl boyunca Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) egemenliği altında kaldı. Kazakistan, ııٲ, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte bağımsızlıklarını ilan etti. Ancak bu devletlerin bugünkü sınırları, büyük ölçüde 1920'li yıllarda Sovyet yönetimi tarafından oluşturulan özerk cumhuriyet modelleri ve haritaları temelinde şekillendi.

📲 Artık haberler size gelsin
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.

🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için
🔹 Anlık gelişmeler için

Sınırlardan doğan sorunlar ve Türkiye'nin çözüme etkisi

Sovyetler Birliği döneminde oluşturulan özerk cumhuriyet sınırlarının esas alındığı haritalar, 1991 sonrası dönemde çeşitli bölgesel sorunları da beraberinde getirdi. Bu sınırlar; etnik, coğrafi ve sosyoekonomik gerçekliklerden ziyade siyasi mühendislik esasıyla çizildiğinden yeni kurulan devletler arasında sınır uyuşmazlıkları ve kaynak paylaşımı gibi meselelerde önemli gerilim alanları oluşturdu.

Söz konusu sorunlar arasında en dikkat çekenler "anklav" ve "eksklav" yapılarla su kaynaklarının paylaşımına ilişkin anlaşmazlıklardır. Özellikle ııٲ-Kazakistan ve Özbekistan-ııٲ sınır hatlarında zaman zaman gerginlikler yaşanmış, bu anlaşmazlıklar her ne kadar silahlı çatışmaya dönüşmemiş olsa da iki taraflı ilişkilerde süreğen bir kriz dinamiği oluşturdu. Buna karşılık, ııٲ ile Tacikistan arasında yaşanan sınır ve su paylaşımı ihtilafları, son 5 yılda üç kez (2021, 2022 ve 2024) silahlı çatışmaya dönüştü.

Bu bağlamda, 31 Mart 2025'te ııٲ'ın başkenti Bişkek'te ııٲ, Özbekistan ve Tacikistan arasında imzalanan sınır ve su paylaşımı anlaşması, bölgesel barış açısından kayda değer bir gelişme olarak öne çıkıyor. Anlaşmanın en dikkat çekici yönlerinden biri, Türkiye'nin müzakere sürecine doğrudan katkı sağlaması ve mutabakatın Avrupa Birliği (AB), Çin ya da Rusya gibi bölge dışı aktörlerin müdahalesi olmaksızın tamamlanmış olmasıdır. Bu durum, hem Türk dünyasında işbirliğinin güçlendiğinin hem de bölge ülkelerinin artan daha bağımsız hareket etme arzularının bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

AB'nin Orta Asya açılımı

Bişkek'teki olumlu gelişmenin hemen ardından 4 Nisan 2025'te Semerkant'ta AB ile Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında imzalanan yeni bir ticaret anlaşması bölgesel ve uluslararası düzeyde dikkat çekici tartışmalara yol açtı. Söz konusu üç ülke, anlaşma kapsamında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) 541 ve 550 sayılı kararlarını tanıyarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni (GKRY) Kıbrıs'ın meşru temsilcisi olarak kabul etti ve bu çerçevede GKRY'ye büyükelçi atama kararı aldı.

Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), bu gelişmeyi hem siyasi hem de diplomatik sonuçları bakımından sert biçimde eleştirdi. Söz konusu anlaşmaya ııٲ'ın da taraf olup olmadığı henüz resmiyet kazanmamış olmakla birlikte Türkiye'nin Orta Asya'daki en yakın stratejik ortaklarından biri olan bu ülkenin tutumu gerek sembolik gerekse de jeopolitik düzlemde belirleyici bir rol oynayacaktır.

Bu gelişmenin arka planında uzun süredir devam eden AB-Orta Asya işbirliği süreci yatıyor. Nitekim söz konusu anlaşmanın temel zemini, 2 Haziran 2023'te ııٲ'ın Çolpon-Ata kentinde düzenlenen Orta Asya-AB Zirvesi'nde atılmıştı. AB'nin bölgeye yönelik ilgisi yeni değildir. Örneğin, Kazakistan'daki en büyük yabancı yatırımcı ülke bir AB üyesi olan Hollanda'dır. Bu durum, Orta Asya ülkelerinin enerji kaynaklarını Avrupa pazarlarına yönlendirme arzusuyla da doğrudan ilişkilidir.

Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı'nın ardından Avrupa'nın Rus doğal gazına olan bağımlılığını azaltma çabası, Orta Asya ülkeleri için yeni ihracat güzergahları oluşturma fırsatını beraberinde getirdi. Bu bağlamda, bölge ülkelerinde doğal gaz boru hatları, kara yolu ve demir yolu gibi altyapı projeleri yeniden gündeme gelmiş ve bu altyapısal dönüşüm, diplomatik ilişkilerde yeni yönelimlere de sebep olmuştur.

Çin'in adımları ve Zengezur Koridoru'nun önemi

Bu süreçte Çin de Orta Asya'da etkinliğini artırma yönünde adımlar atıyor. 18-19 Mayıs 2023'te Çin'in Şian kentinde gerçekleştirilen Çin+Orta Asya Beşlisi (C+C5) Zirvesi, Pekin'in Orta Asya'daki nüfuzunu pekiştirme çabasının önemli göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor. Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla Avrupa pazarlarına ulaşma hedefi, bu bağlamda stratejik altyapı yatırımlarını, enerji nakil hatlarını ve kara ulaşım koridorlarını kapsayan bütüncül bir jeoekonomik vizyon ortaya koyuyor. Çin'in Pakistan'ın Gwadar Limanı üzerinden Hint Okyanusu'na inme çabası da bu hedefin tamamlayıcı bir bileşenidir.

Ancak Avrupa ve Çin'in jeoekonomik stratejilerinin kesiştiği noktada asıl belirleyici unsur, bu iki büyük ekonomik gücün hangi güzergahlar üzerinden birbirine bağlanacağı sorusudur. Mevcut ulaşım alternatifleri çeşitli açılardan dezavantajlar barındırıyor. Hint Okyanusu rotası, Pakistan-Hindistan gerilimi nedeniyle güvenlik riskleri taşıyor; Karadeniz hattı devam eden savaş ve yüksek altyapı maliyetleri nedeniyle tercih edilmiyor. Bu koşullar altında en güvenli ve maliyet açısından en elverişli rota, Anadolu toprakları üzerinden geçiyor.

Bununla birlikte Zengezur Koridoru'nun hala açılmamış olması bu potansiyel güzergahın önünde ciddi bir jeopolitik engel olarak karşımızdadır. Azerbaycan ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında doğrudan kara bağlantısı kurmayı hedefleyen Zengezur Koridoru'nun işler hale gelmesi, yalnızca Türkiye açısından değil; Çin, Azerbaycan ve hatta AB için de stratejik bir kazanç olacaktır. Zira, AB'nin son dönemdeki ekonomik ve enerji odaklı yönelimleri, Güney Kafkasya üzerinden geçecek yeni ve güvenli ticaret yollarına olan ilgisini açık biçimde ortaya koyuyor.

Türkiye için dinamik bir dönem

Bu noktada, uluslararası ilişkiler kuramları açısından "realizm" (gerçekçilik) paradigması ön plana çıkıyor. Realist yaklaşıma göre, her devletin temel hareket noktası kendi ulusal çıkarlarıdır; dostluk, tarihi bağlar veya ideolojik yakınlıklar ancak bu çıkarlarla örtüştüğü ölçüde anlam kazanır. Dolayısıyla, Türk devletlerinin AB ile gerçekleştirdiği son anlaşmayı yalnızca "ihanet" şeklinde değerlendirmek indirgemeci bir yaklaşım olacaktır. Bu tür gelişmeleri anlamlandırmak için devlet davranışlarını rasyonel aktör modeli çerçevesinde analiz etmek gerekir.

Bununla birlikte Robert Keohane ve Joseph S. Nye tarafından geliştirilen "kompleks karşılıklı bağımlılık" kuramı, günümüz çok kutuplu uluslararası sistemini anlamada önemli bir alternatif sunar. Bu yaklaşıma göre, devletler yalnızca askeri güç ya da güvenlik ekseninde değil; aynı zamanda ekonomik, çevresel, teknolojik ve kültürel düzlemlerde çok boyutlu işbirlikleri geliştirir. Bu çerçevede, Türkiye'nin de bölgesel ve küresel diplomasisini yalnızca güvenlik merkezli değil, çok aktörlü ve çok düzlemli diplomasi araçlarıyla yeniden kurgulaması zaruridir.

Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bölgedeki askeri varlığını büyük ölçüde kaybetmesi, bu stratejik yeniden yapılanmayı kolaylaştıran unsurlardan biridir. 2014'te Manas Üssü'nün ııٲ tarafından kapatılması ve ABD'nin 2021'de Afganistan'dan tamamen çekilmesi, Rusya-Ukrayna Savaşı, Orta Asya'da bir güç boşluğu meydana getirdi. Orta Asya'da oluşan boşluğu ekonomik, kültürel ve diplomatik araçlarla doldurma yönünde Türkiye ve Çin gibi aktörler aktif rol üstlenirken, AB ise bölgeye yönelik yeni işbirliği ve yatırım stratejileriyle dengeleyici bir konum edinmeye çalışıyor.

Bu gelişmeler, kısa vadede Türkiye açısından özellikle KKTC ve Doğu Akdeniz politikalarında belirli diplomatik gerilimler ya da psikolojik kırılmalar yaratma potansiyeline sahiptir. Ancak orta ve uzun vadede, özellikle Zengezur Koridoru'nun işler hale gelmesiyle birlikte Türkiye'nin doğrudan Orta Asya'ya açılma imkanı elde etmesi gibi stratejik avantajlar da doğabilir. Dolayısıyla mevcut uluslararası konjonktür, Türkiye açısından hem riskleri hem de fırsatları aynı anda barındıran dinamik bir döneme işaret ediyor.

TDT'nin stratejik rolü

Türkiye, mevcut jeopolitik gelişmeler ışığında ulusal çıkarlarını yeniden tanımlamak ve çok boyutlu dış politika araçlarını daha etkin bir biçimde devreye sokmak durumundadır. Bu bağlamda, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) doğrudan bir zarar görmedi. Nitekim, 1-2 Mayıs 2025'te KKTC'de düzenlenen TDT Aksakallar Konseyi Toplantısı ve 20-21 Mayıs 2025'te Macaristan'da düzenlenen TDT Başkanları Gayriresmi Toplantısı örgütün kurumsal yapısının, işleyişinin sürdüğünü ve işbirliği iradesinin devam ettiğini gösteriyor.

Mevcut gelişmeler Türkiye açısından, Orta Asya coğrafyasındaki jeopolitik konumunu yeniden tanımlamak ve bölgeye yönelik dış politika enstrümanlarını çeşitlendirmek için bir fırsat sunuyor. Türkiye'nin bölgeyle olan tarihi, kültürel, dini ve dilsel bağları, önemli bir "yumuşak güç" kaynağı niteliğindedir. Bu bağların sürdürülebilir biçimde güçlendirilmesi, siyasi ve ekonomik ilişkiler açısından da çarpan etkisi yaratacaktır. Özellikle TDT gibi çok taraflı platformların kurumsal kapasitesinin artırılması, somut projelerle desteklenmesi ve ortak gündemler etrafında daha derin entegrasyon süreçlerine girilmesi, Türkiye'nin bölgedeki etkisini koruma ve artırma noktasında stratejik bir öneme sahiptir.

Bu süreçte Ankara, bölgedeki çıkarlarını muhafaza edebilmek için alternatif enerji ve ticaret güzergahlarını aktif biçimde desteklemeli; başta Zengezur Koridoru olmak üzere bölgesel ulaşım projelerinin işlerlik kazanması için diplomatik çabalarını yoğunlaştırmalıdır. Ayrıca, AB ile Çin arasında şekillenen yeni ekonomik bloklaşmaları kendi ulusal çıkarları doğrultusunda yönlendirebilecek çok katmanlı ve esnek bir strateji geliştirmelidir.

Bilindiği üzere kriz anları aynı zamanda stratejik yeniden yapılanma ve konum tayini açısından önemli fırsatlar sunar. Türkiye bugün Orta Asya bölgesiyle olan ilişkilerini daha rasyonel, sabırlı ve vizyoner politikalarla yeniden inşa etme yönünde tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Sonuç olarak, yaşanan gelişmeleri Türkiye açısından bir tehditten ziyade, öngörülü ve çok boyutlu bir dış politika vizyonuyla fırsata dönüştürmek mümkündür.

[Dr. Recep Yürümez, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.


Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın