Gazze'deki hastanelerde neler yaşanıyor? Dr. Birsen Gaskell anlatıyor
Dr. Gaskell, "İsrail güçleri hastaneye ait pek çok yeri kullanılmaz hale getirdi. Şimdi, çocuklar bu enkazın arasında dolaşıyor, yakarak ısınabilecekleri ya da bir işe yarayabilecek şeyler bulmaya çalışıyorlar." dedi.

İٲԲܱ
Gazze'de 3 hafta görev yapan Doktor Birsen Gaskell, Gazze'deki hastanelerin durumunu ve Nasser Hastanesi'nde geçirdiği zaman içerisindeki tecrübelerini AA Analiz için kaleme aldı.
***
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için
🔹 Anlık gelişmeler için
Bu akşam üçüncü kez çınlayan keskin bir alarm yankılanıyor hastane koridorlarında. Hemen dört kat aşağıdaki acil servise iniyorum. İçimde ağır bir korku yükseliyor; çünkü bu alarm, çok sayıda can kaybı olduğunun haberini veriyor. Kalabalığın giderek büyüdüğü acil serviste insanların arasından ilerliyorum. "Faddal, faddal..." diye sesleniyorum. O sırada küçük bir çocuk elindeki yırtık torbayı düşürüyor, içinden kemikli et parçaları yere saçılıyor. Bir adam çığlık atıyor. Yerdeki parça, lime lime olmuş küçük bir kol; kül rengine dönmüş parmaklar gevşekçe sallanıyor.
Çocuk, parçalanmış kolu yeniden torbaya koymaya çalışıyor, etrafına çaresizlikle bakıyor. Sonra, kolu kalabalığın ayaklarının altından çekip kenara süpürüyor. Gözleri bir an bana takılıyor. Yüzündeki sakinlik karşısında ürperiyorum. O gözlerde bir damla yaş arıyorum, biraz öfke, biraz korku, tanıdık bir insanlık izi. Ama gözlerinin içindeki karanlık, bir kara delik gibi beni içine çekiyor. "Evladım, ne zaman bıraktın çocuk olmayı?" diyorum. O çocuk, ilerleyen saatlerde acil servisin aralık kapısından defalarca başını uzatacak. O torbaya sıkıştırılan kopuk kolun ait olduğu yakını ya da arkadaşı hala hayatta mı diye gözleriyle yanıt arayacak.
Jamal hastane bahçesini işaret ediyor: “Toprağın altında çok sayıda şehit bulduk.” Sözünü ettiği, İsrail ordusunun bölgeden çekilmesinden sonra ortaya çıkarılan toplu mezarlar.
— Anadolu Ajansı (@anadoluajansi)
Gazze'deki hastanelerde neler yaşanıyor?
✍� Gazze hastanelerinde 3 hafta görev yapan Dr. Birsen…
Yoğun bakım ünitesi, kısa sürede yanık etin keskin dumanıyla doluyor. Beş beden, bazı uzuvları eksik, gelişigüzel sedyelere atılmış. Diğerleri, içinde beş sedye daha bulunan sade bir odaya taşınıyor. Gözlerim hızla yoğun bakım ünitesini tarıyor. Tüm bedenler hareketsiz, bilinçleri kapalı. Nabız kontrolüyle başlıyorum. İlk hasta, genç bir kız. Göğsü ve yüzü şarapnel yaralarıyla parçalanmış, neredeyse tüm vücudu yanmış. Uzun, kıvırcık saçları hala yavaş yavaş yanıyor gibi. Nabız yok. Sessizce diğerine geçiyorum. Minicik bir çocuk, kemikleri sayılacak kadar zayıf. Vücudu baştan aşağı şarapnel izleriyle dolu. Kolları ve ayakları yanmış. Kafasının arkası açık, göz çukurları simsiyah. Çok zayıf bir nabzı var, ama hayatta kalamayacağı belli. Geçiyorum.
Bir başka çocuk daha… Yanmış, kolu kopmuş, leğen kemiği ezilmiş. Küçücük göğsüne bir doktor iki yandan göğüs tüpü yerleştiriyor. Bu manzara artık olağan: Acil serviste göğüs tüpü takmak neredeyse refleks haline gelmiş. Çünkü patlamaların çoğu, göğüs boşluğunu dışarıdan hava ile doldurarak akciğerleri çökertiyor. Akciğerlerin yeniden nefes alabilmesi için, göğüs duvarına tüpler açılarak bu hapsolmuş havanın boşaltılması gerekiyor. Sterilizasyon artık bir lüks. Tüpler bir çırpıda yerleştiriliyor. Ekibe devam etmesini söylüyorum.
Sıradaki yine bir çocuk. Yüzünde şarapnel giriş izleri, çıplak ayaklarında patlamanın bıraktığı yanık ve yara izleri var. Bilinci kapalı ama nabzı hala atıyor. “Oksijen lazım!” diye bağırıyorum. Fakat sesim, acil servisin uğultusu ve kargaşası arasında kayboluyor. Bir hemşirenin kolunu yakalayıp gözlerinin içine bakarak oksijen istiyorum. Hemen dışarı fırlıyor, ama eli boş geri dönüyor. Vakit kaybetmeden ultrason cihazını alıp çocuğun karın boşluğunu ve göğsünü tarıyorum. Karnında ve akciğerlerinin çevresinde kan var. O sırada yanımda bir Gazzeli bir doktor beliriyor. Buradaki doktorların çoğu çok iyi İngilizce konuşuyor. Bulgularımı hızlıca paylaşıyorum, kafa travması ihtimalini elemek için bilgisayarlı tomografi (BT) çekilmesi gerektiği konusunda hemfikir oluyoruz.
Ama ne yazık ki, bu hastanede kafa travmalı hastaları tedavi etme imkanımız yok. Gazze'nin güneyinde, Han Yunus’taki Avrupa Gazze Hastanesi, bölgede beyin cerrahisi olan tek merkez. Uygun hava yolu desteği sağlanamadan, çocuk BT ünitesine doğru hızla götürülüyor. İçimde buruk bir his, çünkü onun yaşamı, imkansızlıkla yarışıyor.
Bir haftadır buradayım, arka fonda hep bir patlama, hep bir bomba sesi var
Beşinci yaralı da bir çocuk. Ekip çoktan entübe etmiş ama hala ezilmiş ve yarı kopmuş kolundan yoğun şekilde kan kaybediyor. Turnike olarak sarılmış kumaş parçası kana bulanmış, işlevini yitirmiş. Cinsel organları ve leğen kemiği paramparça olmuş, bacağı tuhaf bir açıyla bükülmüş. Üzerinde o kadar çok kan var ki, yaralarının sınırlarını seçmek imkansız hale geliyor. Bu denli ağır yaralarla hayatta kalması mucize olur. Ama kanamayı durdurabilmek için ameliyathaneye alınması konuşuluyor. Tereddütsüz onaylıyorum. Monitörsüz, ekipmansız bir şekilde sedyeyle ameliyata taşıyoruz. Dışarıda bekleyen yakınları sedyeyi hemen alıp koşar adım taşıyor. Ben de ameliyathane ekibini uyarmak için merdivenlere yöneliyorum. Daha ilk sahanlığa varamadan kulakları yırtan bir patlama duyuluyor; camlar, kapılar zangırdıyor. Patlama dalgası bir kasırga gibi üzerime çarpıyor, beni duvara savuruyor. Bir an duruyorum, “Çok yakındı.” diyorum. Ama hemen fark ediyorum ki, durmaya hakkım yok, henüz yeterince yakın değil. Bir haftadır buradayım, arka fonda hep bir patlama, hep bir bomba sesi. Kimisi tüm hastaneyi sallıyor. Kısa süre sonra öğreniyorum: Saldırı hastanenin ana kapısının hemen önünde gerçekleşmiş. Üzerinde "basın" yazan bir çadır vurulmuş; çıkan alevler, yanındaki diğer çadırlara da sıçramış. Yeni bir yaralı dalgasının eli kulağında. "Bazılarını artık yerde tedavi etmek zorunda kalacağız, çünkü acil servis tamamen doldu." diye geçiyor aklımdan. Ama sonra zihnim tekrar ameliyattaki çocuğa dönüyor. Merdivenleri tırmanmaya devam ediyorum.
İki saat süren bir ölüm kalım savaşı başlıyor. Kolunu ampute ediyoruz, karnı ve leğen kemiği açılarak iç kanamalar kontrol edilmeye çalışılıyor, kırık bacağı geçici olarak sabitleniyor. O kadar çok kan akıyor ki, ameliyathane adeta kızıl bir göle dönüşüyor. Ve sonunda çocuk yoğun bakıma gidiyor. Ama ertesi gün, çoklu organ yetmezliğiyle hayata gözlerini kapatıyor. Yoğun bakım ünitesinde ölüm oranı, tıpkı hastanenin geri kalanında olduğu gibi, korkutucu derecede yüksek. Çünkü burada çok fazla hasta ama çok az imkan var. Antibiyotik yok, ilaç yok, tıbbi malzeme yetersiz. Yeni hastalara yer açmak için bazıları erkenden taburcu ediliyor. Burası, çoğu yaralı için artık son durak.
Saat gece 02.00. Migrenin yaklaştığını hissediyorum. "Biraz su içmeliyim." diye geçiriyorum içimden. Ama musluklardan akan su içilmeye uygun değil. Aslında odamıza gidip bir yudum su almam gerek. Fakat adımlarım, istemsizce yine acil servise yöneliyor. Müdahale odasının önündeki kalabalık daha da büyümüş. Gürültü daha sert, daha dağınık. Acil servis artık bir savaş alanı gibi, bazı hastalar yerlere uzanmış, geçecek yer kalmamış. Havadaki yanık et kokusunu hemen tanıyorum. Mide bulandıran, ama artık alıştığım bir koku. İs ve kanla kaplı bir çocuğa kalp masajı yapılıyor. Gövdesi simsiyah, gözleri kapalı. Müdahale kısa sürüyor. Kalbi duruyor. Ölüyor. Yüzüne bakıyorum. Göz kapakları yarı açık, bakışsız. Ve içimden kimselere söyleyemeyeceğim bir rahatlama duyuyorum onun için. Çünkü artık uyanmayacak patlamaların sesiyle, artık günlerini açlıkla, susuzlukla geçirmeyecek. Bir çadırdan diğerine, yıkıntıdan bir başka yıkıntıya sürülmeyecek. Gece soğuğu ya da yaz sıcağı artık bedenini kavurmayacak. Eski okulunu, arkadaşlarını, ölmüş ya da kayıp ailesini özlemeyecek. Kirli, çıplak ayaklarını usulca okşuyorum. "Artık güvendesin küçük adam," diyorum. "Artık kimse sana zarar veremez." Tam o sırada kulakları sağır eden bir hava saldırısı dört bir yandan yankılanıyor ve ışıklar sönüyor.
Gazze’de bombardıman hiç ama hiç durmaz
Ana hastane binasının dördüncü katı -yoğun bakım ünitesinin de tam ortasında yer aldığı kat- doğrudan bir hava saldırısı durumunda ekibimizin toplanma noktası olarak belirlenmişti. Telefonumun ışığıyla merdivenleri tırmanarak oraya ulaşmayı başarıyorum. Katın sonuna vardığımda jeneratör devreye giriyor, ışıklar birer birer yanıyor. Ama ekipten kimseyi göremiyorum. Etrafta sadece yoğun bakımın önünde her zamanki insan trafiği var. Hemen kaldığımız yere geçiyorum. Neyse ki hepimiz sağ salimiz. Saldırı, hastanenin doğu duvarının hemen dışında gerçekleşmiş. Konakladığımız yerin balkonundan bakınca, karşı binanın üzerinden yükselen dev duman bulutlarını çıplak gözle görebiliyoruz. Dr. Osama, kimsenin balkona çıkmamasını, pencerelerden uzak durulmasını istiyor. Güvenli alan, artık içeri çekilmek demek.
Ambulans sirenleri saatlerce susmuyor. Migrenim giderek derinleşiyor. Ama uyumak mümkün değil. Gecenin geri kalanını, başımızın hemen üstünde alçaktan geçen süpersonik jetlerin uğultusuyla geçiriyoruz. Aralara, sürekli havada asılı duran insansız hava araçlarının vızıltısı karışıyor. Gazze’de bombardıman hiç ama hiç durmaz.
Rachael’ın sesini duyuyorum: "Bekle..." Kapı sabırsızca çalınıyor. Gözlerimi aralayıp doğrulduğumda, “Seni çağırıyorlar.” diyor Rachael. “Şu an saat kaç?” “Henüz çok erken.” diye yanıtlıyor sessizce. Ameliyathanede acil ihtiyaç var. Anestezi hemşireleri yalnız kalmış, ortada bir anestezi doktoru yok. Migren kafamın içine çakılı bir çivi gibi, gitmeye niyeti yok. Yatağın kenarında otururken birkaç ağrı kesiciyi yutuyorum ve hızlıca odadan çıkıyorum.
Ameliyathaneye adımımı atar atmaz yerlerdeki kan gözlerime çarpıyor. Her adımda, zemindeki kan birikintileri dalgalanıyor; ayaklarımın altından bir sel gibi akıp gidiyor. Ameliyat masasında genç bir kız yatıyor, kızın göğüs kafesi tamamen açık. Gözlerim kalbine takılıyor: titriyor, düzensizce çırpınıyor. “Kalp kompresyonu lazım.” diyorum, sesimin içinde umutsuzluk gizli. Ama yetişemiyoruz. Genç kız kaybediliyor. Burada, en hızlı, en kusursuz çalışanlar temizlikçiler. Sadece birkaç dakika uzaklaşıp lavaboya gidiyorum. Döndüğümde, az önce kana bulanmış ameliyathane pırıl pırıl. Bir sonraki vakaya hazır.
"Ahmad, Dr. Fayez nerede?" diye soruyorum anestezi hemşiresine. "Odasında, iyi değil." diyor. Onu, kırık bir ofis sandalyesinde oturmuş çay içerken buluyorum. Bana da çay ikram ediyor. Biliyorum, "hayır" demenin burada pek anlamı yok; çünkü Filistinlilerin misafirperverliği her zaman galip gelir. Arkasındaki küçük plastik su ısıtıcıyı çalıştırıyor, masasının çekmecesinden dökme çay çıkarıyor. “İyi misin?” diye soruyorum. Ama su ısıtıcısı uğuldamaya başladığı için beni duymuyor. "Doctora Birsen, biliyor musun neyi gerçekten, ama gerçekten özlüyorum?" diyor ve sözünü bilerek yarıda bırakıyor ve çayı demlemeye devam ediyor. "Şekerli çay içmeyi özlüyorum. Gerçekten çok özlüyorum. Pazarda artık şeker bulamıyorum." Başımı sallıyorum, "Şimdi nasılsın?" diye tekrar soruyorum. "Şimdi biraz daha iyiyim. Kötü geçen her gecenin ardından göğsüm ağrır hep," diyor. “Seni bir kontrol edelim mi?” diyorum. "Yok Doktor, yeni bir şey değil. Diyabetim var, tansiyonum da yüksek. Ne zaman büyük bir patlama duysam, göğsümde bir ağrı hissederim. Kendim için korkmam, çocuklarım için korkarım. Onlar bensiz hayatta kalamaz." Sesi çatallanıyor, yüzünü yana çeviriyor. Gözlerini siliyor. Dr. Fayez’in altı oğlu var. Burada karşı cinsler arasında fiziksel temas pek alışıldık bir şey değil. Ama ben o anlık sessizlikte, birkaç saniyeliğine elimi omzuna koyuyorum. O de sessizce ağlıyor.
"Son 18 aydır dışarı çıkmadılar. Oynamalarına bile izin vermiyoruz, hep içerideler." diyor. Evleri, yan binaya isabet eden bir hava saldırısında hasar görmüş; patlama, kendi evlerinin bir kısmını da yıkmış. Hafif yaralarla kurtulmuşlar. O günden beri beş kez yer değiştirmek zorunda kalmışlar. Şimdi, camları olmayan, hasarlı bir binada akrabalarıyla birlikte yaşıyorlar.
Mahalleye kara operasyonu yapıldığında Dr. Fayez burada, Nasser Hastanesi'ndeymiş. Personel ve hastalar dışarı çıkarılırken, bir kontrol noktasında neredeyse o da alıkonuluyormuş. Bana şöyle diyor: “Yalnız başına ağlayan bir bebek gördüm. Onu orada bırakamazdım. Kucağıma aldım, birlikte yürüdük. Tüm yol boyunca ağladı. Kontrol noktasında üzerimize silah doğrultan İsrail askerleri bu ağlamadan rahatsız oldu. Personelin çoğunu alıkoydular ama beni geçirdiler. O küçük çocuk hayatımı kurtardı.” Ben de ona, "Sen bugün dinlen Dr. Fayez, bugünü ben devralırım." diyorum.
Toprağın altında çok sayıda şehit bulduk
Uzun bir gün olacak, bunu hissediyorum. Sabah kahvesine çok ihtiyacım var. Yanımda getirdiğim küçük moka cezvesiyle kahveyi bizim ev işlerine bakan Jamal hazırlıyor. Yarısını ona veriyorum. Balkonda yan yana oturup kahvemizi yudumluyoruz. Rafah semalarının üzerinde birkaç duman bulutu asılı duruyor. Hava, bitmek bilmeyen patlamaların oluşturduğu kirle boğulmuş. Gözlerimiz, hastane binasının ıssız bahçesinde çöp toplayan çocuklara takılıyor. Ambulansların sadece iskeletleri kalmış geriye; mobilyalar, tıbbi ekipmanlar ya da onlardan geriye ne kaldıysa etrafa saçılmış durumda. Bazıları hala toprağın altında gömülü. Yaklaşık bir yıl önceki kara harekatından sonra, İsrail güçleri hastaneye ait pek çok yeri yıktı, yaktı, kullanılmaz hale getirdi. Şimdi, her sabah çocuklar bu enkazın arasında dolaşıyor, yakarak ısınabilecekleri ya da bir şekilde işe yarayabilecek herhangi bir şey bulmaya çalışıyorlar. Her sabah, okulda olmaları gereken saatlerde şehrin yıkıntıları arasında, geride kalanları aramakla meşguller.
Jamal hastane bahçesini işaret ediyor: “Toprağın altında çok sayıda şehit bulduk.” Sözünü ettiği, İsrail ordusunun bölgeden çekilmesinden sonra ortaya çıkarılan toplu mezarlar. Aynı akşam, aynı balkonda Jamal Arapça konuşuyor; Ürdünlü meslektaşım sesi titreyerek çeviri yapıyor. Jamal, Aralık 2023’te kuzey Gazze’de bir ay süren kesintisiz bombardıman ve mutlak sokağa çıkma yasağı altında tam kuşatmada kalmış. Mahallesi tamamen yerle bir olmuş, etrafa saçılmış çürümekte olan cesetlerle dolmuş. Kardeşinin ve ailesinin evine bir roket isabet ettiğini gözleriyle görmüş. Sonrasında defalarca cesetleri kurtarmaya, en azından almaya çalışmış. Ama havada sürekli dolaşan insansız hava araçları nedeniyle çıkamamış dışarı. Bir hafta sonra, evinin penceresinden köpeklerin insan eti yediğini görmüş. Biri kardeşinin cansız bedeniymiş. Jamal yumruklarını bacaklarının arasında ovuşturuyor, başını eğip sadece "elhamdülillah" diyor.
[Dr. Birsen Gaskell, anestezi doktoru ve Sınır Tanımayan Doktorlar gönüllüsüdür.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.