Rakamların ve grafiklerin ötesine bakmak: Mülteciyi değil sistemi sorgulamak
Avrupa'da yaygınlaşan ırkçılık, İslamofobi ve yabancı düşmanlığı, göçmenler için şartları zorlaştıracak düzenlemeleri de beraberinde getiriyor.

İٲԲܱ
İٲԲܱ Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, Dünya Mülteciler Günü'nde küresel güçlerin mültecilere ve göçmenlere bakış açısının neden değişmesi gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.
"***
"Kimse çocuklarını bir tekneye koymaz. Denizler karalardan daha güvenli olmadıkça" diyor Warsan Shire. Mülteciyi hedef alan yaklaşımın ötesine geçerek, mülteci üreten ortama ve şartlara bakmamızı öneriyor.
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için
🔹 Anlık gelişmeler için
Göç ve mültecilik meselesini doğru bir temelde tartışabilmek için öncelikle strateji, jeopolitik, güvenlik gibi kavramların ötesine bakmak ve grafiklerin ardındaki insanı görmek gerekir. Bu bakışın ardından mercek, sisteme çevrilmelidir.
Yapısal adaletsizlikle malul bir dünyada yaşıyoruz ve bu düzenin sonuçlarını en yakıcı biçimde mültecilere baktığımızda görüyoruz. Dolayısıyla, bir suçlama yapılacaksa bir felaketten kendisini ve ailesini kurtarmaya, ateşlerin içinden sıyrılıp çıkmaya çalışan mültecileri değil; o felaketi üretenleri, o savaşları çıkaranları, etnik temizlik, katliam ve soykırım yapanları suçlamalıyız.
Günün sonunda küresel adaletsizliği değil onun kurbanlarını suçlayanlar, bunun için siyasette kendilerine bir rol biçenler, eğer bu basit sebep-sonuç ilişkisini kuramıyorlarsa farkında olmadan tam da bu adaletsiz düzenin ve onu ayakta tutan büyük devletlerin politikalarını izliyor olabilir. Ancak devletlerarası ilişkilere yakından baktığımızda çoğu kez sorunun farkında olmamaktan ibaret görünmediğini de düşünebiliriz.
Büyük devletler, büyük ikilemler
Bugünlerde Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) desteğiyle, İsrail zalimliğinin yaşadığımız coğrafyayı kan ve ateşe boğduğu zamanlardan geçiyoruz. İsrail'in İran'a saldırısını ve bölgede estirdiği terörü konuşuyoruz.
İlginç olan şu ki, söz konusu saldırıların yeni bir göç dalgasını tetiklemesi durumunda yerinden edilmiş insanların iltica hakkını kullanmalarına en fazla karşı çıkacak olan devletler, ABD örneğinde olduğu gibi bizzat saldırganlar veya saldırganlığa destek verenler olabiliyor.
Yaşadığımız coğrafyadaki en büyük kitlesel göçlere baktığımızda da hepsinin öncesinde büyük bir devletin saldırısıyla veya müdahil olmasıyla oluşan bir dehşetin varlığını görüyoruz. Irak, Afganistan, Suriye ve Ukrayna gibi kitlesel göç üreten altüst oluşların failleri olan ABD ve Rusya gibi devletler, bir de kalkıp göçmenleri istemediklerinde, gayri meşru ilişkilerinin ürünü olarak karşılarına çıkarılan çocuklarının sorumluluğunu almak istemeyen sorumsuz babalarla benzer bir ahlaki sorunu yansıtmış oluyor.
Avrupa'da yaygınlaşan ırkçılık, İslamofobi ve yabancı düşmanlığı, göçmenler için şartları zorlaştıracak düzenlemeleri de beraberinde getiriyor. Siyasi yelpazenin sağına ve soluna sirayet eden ayrımcı önyargı, mevzuata ve uygulamaya yansıyor. Bu durum vatandaşlık için gereken sürenin uzatılmasından güvenli olmayan ülkelere sınır dışı etme kararlarına, gündelik hayattaki dışlamadan işe alımlardaki ayrımcılığa kadar hayatın birçok alanında hissedilen bir sorunu teşkil ediyor.
Öte yandan, hayatın başka gerçekleri de var. Bu gerçekler Avrupa'da göçmen veya mülteci emeğine objektif bir durum olarak duyulan ihtiyacı gösteriyor. Nüfus yaşlanıyor, insan ömrü uzuyor ve dolayısıyla emeklileri gittikçe uzayan yaşlılık dönemlerinde finanse edecek, onların sağlık ve bakım başta olmak üzere tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir uygulamanın devam etmesi gerekiyor.
Bu da adı ve statüsü ne olursa olsun göçmene ve onun emeğine duyulan ihtiyacı, sorunun çözümü açısından tek anlamlı seçenek haline getiriyor. ٴğm oranlarındaki belirgin düşüşü engellemek ve vatandaşları daha fazla çocuk yapmaya ikna etmek kolay olmuyor ve maddi teşvikler ibreyi yukarıya çevirmeye yetmiyor. Yakın çevreden gelmesi istenenler de göç için istekli olacak ölçüde ihtiyaç hissetmeyebiliyor.
Bu durumda ٴğ'da ve ı'da ülkeler ve toplumlar bir tercih yapmak durumunda kalıyor. Bazı ülkeler milliyetçi, ırkçı veya ayrımcı tepkiselliğe teslim oluyor. Bu tepkisellik seçmenin tercihini belirlediği ölçüde siyasetçinin de gözlerini perdeliyor ve kimi zaman onları ülke çıkarlarını gördükleri halde farklı politikalar uygulamaya sevk ediyor. Bazıları ise bu olumsuz küresel gidişata direnerek kimi zaman siyasette aleyhine görünmesine rağmen, uzun vadede ülkenin ihtiyacı olan önlemleri alıyor. Böylece, bu ülkeler yakın gelecekte sosyal güvenlik sisteminin dramatik biçimde yetersizleşmesi anlamına gelecek bir çöküşün önüne geçmeye çalışıyor.
Merkel nasıl bir strateji izlemişti?
Almanya'da Angela Merkel'in yapmaya çalıştığı buydu. Bu yöndeki politikaları sadece insan hakları savunucuları değil, mülteciler için çalışma hakkı örneğinde iktisadi gerekçelerle Almanya Sanayi ve Ticaret Odası da destekledi. Bertelsmann Vakfının bir raporunda göç olmazsa mevcut 46 milyonluk kayıtlı çalışan sayısı 2040'a kadar 41 milyona gerileyeceği açıklandı. Rapor, bu düşüşün telafisi için her yıl 288 bin işgücünün Almanya'ya gelmesi gerektiğini söylüyor. Bu anlamda göçmenler dünyanın her yanında, sanıldığının aksine yük olmuyor, yük alıyor.
Doç. Dr. Faik Tanrıkulu, göç yoluyla denge sağlanmadığında yaşlı nüfusun çoğunlukta olacağını ve sosyal güvenlik sisteminin işleyişinin istenen düzeyde devam edemeyeceğini tespit etti. Tanrıkulu bu durumun ekonominin büyümesine, eğitim ve teknolojide gelişmeye mani olacağını ve üretim hacminin düşmesiyle kalkınmayı olumsuz etkileyeceğini vurguluyor. Ekonomi uzmanı Prof. Martin Werding ise yıllık göç 200 bin kişi arttığında bunun kamu finansman açığını yüzde 2,5 oranında azalttığına işaret ediyor.
Almanya için geçerli olan Avrupa için de geçerli. Ancak "Yaşlı Avrupa sığınmacıların potansiyelini gözardı ediyor" başlıklı analizin [1] de gösterdiği gibi Slovenya ve Macaristan gibi bazı Avrupa ülkeleri "dini ve kültürel" nedenlerle daha açık sözlü bir ifadeyle söylemek gerekirse etnosentrik önyargıları yüzünden aslında kendilerini geliştirecek bir potansiyelden mahrum ediyor.
Bu döngü gelişen ekonomisiyle Türkiye'nin de bir ihtiyacı. Türkiye'de sosyal medyada ayrımcı ve ırkçı dalga etkili olsa da sanayide ve tarımda bir personel açığından söz ediliyor. Somut pratikte göçmenlerin çalışma hakkına sınırlı erişimi bu potansiyelden yararlanmayı güçleştiriyor. Bu sebeple, "eleman aranıyor" başlıklı ilanlarla veya iş garantili kurslarla bu açık kapatılmaya çalışılıyor. Uluslararası Teknolojik Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı'nın (UTESAV) göç raporunda [2] da vurgulandığı gibi "döküm ocağının başında çalışacak" vatandaş bulmak kolay olmuyor.
Bottaki çocuğu görebilmek
Gerçekten de hiç kimse en kıymetli varlığını, ailesini ve çocuklarını her an batabilecek botlara bindirmez. Bütün mesele, yaşadığımız dünyaya rakamların ötesindeki batmakta olan bir bottaki insanı da görebilecek bir perspektiften bakabilmektir.
Ancak durum sadece bundan da ibaret değil. Herkesi ahlaki argümanlarla ikna etmenin mümkün olmadığı bir dünyada, insanlara mülteci meselesinde zannedildiği gibi ahlak ile fayda arasında bir tercih yapmak zorunda olmadığını görebilecekleri bir perspektifi de sunabilmek gerek. Sadece ahlaki sebeple değil ekonomik sebepler ve gereklilikler temelinde de bunu ortaya koyabilmek gerek. Siyasi karar vericileri bu yönde doğru adımlar atabilmeleri için yalan yanlış bilgilerle mücadeleye yönlendirmek gerek.
Dünyada nüfus artışının kritik sınırın altına düştüğü bir zamanda, günümüz toplumlarında ekonomi ve sosyal güvenlik çarkını çevirebilmek için duyulan ihtiyacı göstermek, konunun somut pratik boyutlarıyla da tartışılmasını sağlamak göçmeni ve yerleşik toplumdan bireyleri fayda temelinde buluşturmaya katkı sağlayabilir.
Adaletsiz bir dünyadan şikayet etmekle kalmayıp onu değiştirmenin de mümkün olduğuna inandığımızda ve daha insani bir küresel düzeni inşa etmek için irade ortaya koyduğumuzda mülteciliğe ihtiyaç duyulmayan yeni bir insanlık durumu ortaya çıkabilir. Yani kısacası, gelecek kuşakların bugünlere ve bizlere "tarih öncesi" gibi adlandırmalarla bakabilecekleri bir durum oluşturabiliriz.
[1] /tr/analiz-haber/yasli-avrupa-siginmacilarin-potansiyelini-gozardi-ediyor/575437
[2] https://www.musiad.org.tr/uploads/press-462/utesav-goc_raporu.pdf
[Prof. Dr. Bekir Berat Özipek İٲԲܱ Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.